Tam da böyle bir durumun üzerine Beyazıt (anarschi.com) yarama tuz basarak beni mimlemiş. Bu mim ile birlikte Blog Ruhunu Diriltme Harekatı (#BRDH) diye bir de kampanya başlamış. Mimin konusu tam olarak “blog yazarken bizi yoran, yazmaktan soğutan nedenler ve bu duruma karşı geliştirebileceğimiz alternatif çözüm yolları” imiş.
İlk paragrafta söylediğim ve yazıyı yazmadan önce Beyazıt’la da uzun uzun konuştuğumuz üzere, blog dünyasındaki sinerji ve etkileşim ne yazık ki zaman içinde azalarak yok oldu. Birkaç yıl önce -Twitter yokken ve Facebook bu kadar yaygın değilken- bloglara girilen yazılar, o yazılara yapılan yorumlar ve tüm bunların getirdiği sosyal etkileşim çok keyifli bir mecra yaratmıştı. Şimdilerde kimsenin dilinden düşürmediği sosyal medya aslında o mecranın ta kendisi. Sonra köşedeki bakkal amcanın bile üyesi olduğu Facebook popüler oldu. Zaman içinde birçok blog kapandı. Kaynak sıkıntısı çekmeyen teknoloji siteleri hariç diğer tüm blogların üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi oldu. Twitter’ın da insanların isimlerinden sonra kullandıkları ikinci kimlikleri olmasıyla birlikte 140 karakterlik sıkıştırılmış cümleler bloglara ölüm vuruşunu yapmış oldu.
Gelelim aldığımız mimin cevaplarına. Blog yazarken bizi yoran, yazmaktan soğutan sebepler nelerdir? Bugüne kadar edindiğim tecrübelere istinaden birkaç maddede inceleyebiliriz bu konuyu.
- Birinci ve belki de en önemli sebep, gerçek hayatta kim olduğumuzun bilinmesi. Geçen zaman ile birlikte sadece kelimelerbenim.com’un yazarı olarak kalmak yerine yola gerçek adınızla devam etmeniz, blogunuzu, sizi tanıyan insanlarla paylaşmanız, o blogun size ait olduğunu ailenizin, yakınlarınızın ve iş arkadaşlarınızın ve hatta kız arkadaşınızın bilmesi. Çünkü blog sıradan şeylerin dışına çıkmak istediğiniz yerdir. “Bakalım Sezer en son ne yazmış” denildiğini bildiğiniz bir sitede hayatınıza dair çok fazla şey paylaşamazsınız. Bir arkadaşınızın en sevmediğiniz özelliğinden, sevgilinize almak istediğiniz bir hediyeden, siyasi görüşlerinizden, bütün hırsınızla küfretmek istediğiniz patronunuzdan, ailenizin sizi anlamıyor oluşundan, yaptığınız küçük kaçamaklardan, dini inançlarınızdan ve daha birçok şeyden bahsedemezsiniz. Geriye ne kaldı dediğinizi duyar gibiyim. Ben de onu diyorum işte, bir şey kalmıyor. Bu işe yeni başlayacaklara bir ipucu olsun.
- İkinci sebep sosyal medya denilen baş belâsı. Anlık mesajlaşmalar, ömrü kelebeğinki kadar olan tweetler, saçma Facebook paylaşımları, sürekli orda-burda yapılan check-in’ler, sözlüklere yazılan ve itina ile ssg zengin edilen entryler internette harcayabileceğiniz zamanın tümünü sömürüyor. Bir blog yazısı yazmak yerine Ahmet’in paylaştığı komik resmi Mehmet’in duvarında paylaşmak hepimizin en sık yaptığı şey ve bu Ahmet – Mehmetlerin de komik resimlerin de sonu yok.
- Bu dahil olmak üzere ortalama bir blog yazısı hazırlayıp yayınlamak en iyi ihtimalle iki saatten fazla zaman alıyor. Peki bunca emek harcadığınız bir yazıya bir veya iki yorum gelmesini nasıl yorumlarsınız? Ben böyle uzun bir yazıyı buraya yazmasaydım da her zaman yaptığımız gibi iki – üç cümleye sığdırıp Facebook’ta paylaşsaydım şimdi olduğundan daha mı az dönüş alacaktım? Hayır. Belki de daha fazla yorum alırdım. Yazdığım şey, başka bir arkadaşımın komik resim paylaşmasıyla sayfanın aşağısına kayar, bir süre sonra da yok olur giderdi. İşte sürekli yaptığımız da tam olarak bu. Fikirlerimizi öğütüp yok ediyoruz.
- Çoğunlukla yazdıklarımızı yarım bırakıp taslaklar klasöründe kendi kaderine terk ediyoruz. Peki neden? Nedeni aslında çok açık. Beğenilmeyeceğini ya da gerçekten saçma olduğunu düşünüyoruz. Yazdıklarımızın, okuyucular tarafından değersiz görülebileceği şüphesiyle yayınlamaktan vazgeçiyoruz. Çoğu zaman da sosyal medyada ilgi gören içeriklerle kendi yazılarımızı kıyaslayarak düşüyoruz bu yanılgı içine. Oysa saçma da olsa, sıradan da olsa yazmak istediklerini yazmalı insan. Sonuçta National Geographic dergisine bilimsel makale yazmıyoruz.
Twitter’da saçmalayarak herkesin aynı olduğu yerde ben farklıyım imajı çizmeye çalışmak, bir şeyler üretmekten daha çok prim yaptığı için blog ruhu kolay kolay dirileceğe benzemiyor. Ama yine de umut var. Değişime kendimizden başlamalıyız. Şayet bu yazıyı Twitter’da paylaşırsanız yazdığınız tweet’in sonuna #brdh etiketini eklemeyi unutmayın. Ben de bu mimi Caner, Halis, Çağrı ve Sunipeyk‘e gönderiyorum.
teşekkürler Sezer.. en kısa sürede yanıtlamaya çalışacağım :)
Teşekkürler dostum, yayına alıyorum bir yazı. Umarım başarılı oluruz ^^
herşeyi sosyal medyadan öğreniyoruz en son haberleri bile.sosyal medya etkili bir şekilde kullanılırsa blog ruhunu tekrardan diriltebiliriz.
hi, ladies and gentlemens! (:
ama sizin yazılarınız yok olmuyor, yıllar sonra biri denk gelip okumaya doyamayıp hatta mavi kuşu da unutup blogunuzda sabahlayabiliyor! :)
Teşekkür ederim güzel yorumunuz için…
Blog dünyasının kanayan yaralarını çok güzel vurgulamışsınız. Tebrik ederim.
Eski blogcu olupta hızlı tüketim furyası olan sosyal ağlardan dem vurmayan yoktur sanırım. Biz mi çok çabuk bozulduk yoksa zaten hazır mıydık bozulmaya bilmiyorum. Lâkin bu devrinde bir gün sonu gelir diye düşünüyorum :) ortak sıkıntılarımızı yine çok güzel kaleme almışsın Sezer. Bende burda yazdım http://www.notdefteri.net/sosyal-medya-icerik-ve-tik-savaslari/