Bu Hafta Ne Öğrendim #23

Amerikalı bilim adamları, bir kitabı, kapağını açmadan okuyabilen bir cihaz geliştirmiş. 100 bin dolarlık bu cihaz, kitaba radyasyon dalgaları gönderip, geri dönen dalgalara göre kitabın içinde, belirlenen sayfadaki harfleri tespit ediyormuş. Şimdilik 9 sayfa okuyabilen cihazın yakın gelecekte müzelerde çok eski ve hassas kitapların içeriğini zarar vermeden tespit etmeye yarayacakmış.

Google’da “what is the answer to life, the universe and everything” yani “hayatın, evrenin ve her şeyin cevabı (sonucu) nedir” diye arama yapıldığında Google size 42 cevabını veriyor. Douglas Adams’ın yazdığı ve benim de bu sıralar okuduğum Otostopçunun Galaksi Rehberi isimli kitapta da 42 sayısının hayat, evren ve her şeye dair nihai sorunun cevabı olduğu söyleniyor.

42_everything

Bir dünya markası sloganıyla bilinen ve 1954’te kurulan Beko, Bejerano ve Koç’un ilk 2 harflerinin birleşiminden oluşuyormuş. Şirket ilk kurulacağı zaman salça ve konserve fabrikası olarak düşünülmüş ve o zamanlar bu alanda tecrübe sahibi olan Bejerano ile anlaşmaya varılmış fakat ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle, şirket o zamanlar faaliyete geçememiş, konserve işi yatmış.

Venüs gezegeninde 1 gün, 1 yıldan daha uzun sürüyormuş. Böyle söyleyince saçma gelebilir tabii. Bunun sebebi de her şeyi, üzerinde yaşadığımız Dünya’nın fizik kurallarını baz alarak kabul ediyor olmamız. Venüs’te 1 gün, yani gezegenin kendi etrafında 1 defa dönüşü 243 dünya günü iken, Güneş’in etrafında dönüşü yani 1 Venüs yılı 225 dünya dünü sürüyormuş.

Dünya çapında çok yaygın olarak kullanılan ve programcılık ile uzaktan da olsa ilgilenen her insanın mutlaka adını duyduğu veritabanı uygulaması MySQL‘in isminin nerden geldiğini öğrendim. Ben de yönettiğim sitelerde bu veritabanı uygulamasını kullanıyorum ve daha önce MySQL, yani “benim SQL’im” isminin çok saçma olduğunu düşünmüştüm. İşin aslı öyle değilmiş tabii. Bu uygulamayı geliştiren Michael Widenius isimli abimizin My adında bir kızı varmış ve MySQL’deki My o kızın adıymış. Aynı şekilde diğer kızı Maria’nın adını MariaDB‘ye, oğlu Max’in adını ise MaxDB‘ye vermiş. Hayır biz yapsak tutmaz. Düşünsene: MustafaSQL ya da AyşeDB.

Tayland’da Siriraj Tıp Müzesi adında bir müze varmış. Bu müze, Ölüm Müzesi olarak da biliniyormuş. Sebebi ise ölü insan bedenlerini kesitleriyle birlikte sergiliyor olması. Fen Bilgisi derslerinde gördüğümüz o iç organlarımız isimli plastik modelin orijinalini düşünün. Düşünmek yetmiyor diyorsanız burada düşünülmüşü var.

Parmak çıtlatmak bana hep saçma gelmiştir. Saçma olduğu kadar da zararlı olduğunu düşünürdüm. Kardeşim yapıyor bazen bunu, parmaklarını sırasıyla çat, çat, çat diye kemik kırar gibi çıtlatıyor. Zararlıydı, değildi derken internette sahibine Ig Nobel Ödülü kazandırmış bir araştırmayla karşılaştım. Donald L. Unger isimli doktor, bakalım ne olacak deyip, 60 sene boyunca sol elindeki parmakları her gün düzenli olarak çıtlatıp, sağ eline dokunmamış. 60 yılın sonunda çektiği röntgen filminden anlaşılmış ki parmak çıtlatmanın, kemiklere hiçbir zararı yokmuş. Bundan sonra size benim gibi artistlik yapan olursa Ig Nobel ödüllü bu araştırmadan kendisine bahsedin. Kaynak sorarsa Kelimeler Benim dersiniz, o olmaz derse işte hendek ve işte deve.

parmak_citlatma

İnternet ve merak güzel şeyler değil mi? Mesela bir üst maddede geçen Ig Nobel Ödülleri dikkatinizi çekti mi? Nobel’i biliyoruz, Orhan Pamuk aldı falan da Ig neyin nesidir diye merak etmediniz mi? Bu parmak çıtlatma konusunu Türkçe yayın yapan bir site (içinde tekno geçen kırmızılı malum site) Nobel Ödüllü diye yayınlamış, üstüne adamın 60 senesini 30 seneye indirmiş. 12 senelik temel eğitim süresince “How are you? Ne varyu? Ehehehe” seviyesinde İngilizce öğretilen ülkemizde bu çok normal. Her neyse konumuza dönelim. Ne diyorduk? İstanbul, Giresun, yani Ig. İngilizce’deki “ignoble” yani değersiz kelimesinin kısaltılmış hali. Ig Nobel Ödülleri, Harvard Üniversitesi tarafından Nobel’in bir parodisi olarak en anlamsız, saçma anlaşılabilecek ve yeniden üretilmeyecek, üretilmemesi gereken bilimsel çalışmalara verilen ödüllermiş. Yani diyor ki “Bir zararı olmadığını kanıtlamak için değer mi bir ömür parmak çıtlatmaya Donald Efendi?”. Olay bundan ibaret.

Atla Gel Şaban isimli filmi bilirsiniz, Kemal Sunal’ın uykusunda “ayrıl da gel” diye sayıkladığı ve at yarışıyla fena halde ilgili olduğu, “şiki şiki baba” olarak bilinen şarkının minibüste çaldığı ve “çökün! trafik polisi! kandırdım, kalkın” gibi repliklerin yer aldığı güzel film. Yalnız filmde ilginç bir durum var. Filmin adı Atla Gel Şaban olmasına rağmen, filmde Şaban adında bir karakter yok. Kemal Sunal’ın filmdeki adı Niyazi. Bir karakterin, bir oyuncuyla ne kadar sağlam bir şekilde özdeşleşebildiğinin bir göstergesi olarak görüyorum bu durumu. Özleyenler için, film tek parça halinde buradan izlenebilir.

atla_gel_saban

Mustafa Kemal Atatürk, 1910 yılında Ali Rıza Paşa ile birlikte Fransa’daki Picardie manevralarına davet edilmiş ve manevra sonunda uçaklarla gösteriler yapılmış. Manevraya katılan yabancı subaylardan isteyenlerin bu uçaklara bindirileceği ilan edilmiş ve Atatürk tam bu uçaklardan birine yönelmişken Ali Rıza Paşa kendisini vazgeçirmiş. Uçağa Atatürk’ün yerine başka bir ülkenin subayı binmiş ve o uçak havada bir manevra yaptıktan sonra düşüp yere çakılmış. O günden sonra Atatürk hiçbir zaman uçağa binmemiş.

Doğada gerçekten olağanüstü özelliklere sahip birçok canlı var. En son bal porsuğunun maharetlerini izleyip şaşırmıştım. Bu defa beni şaşırtan canlı bir karides oldu. Tam adı Mantis Karidesi. En büyüğü 38 santimetre olan bu karidesin, Dünya’nın en güçlü canlısı olduğunu söylesem şaşırır mıydınız? Ben şaşırdım. Öncelikle belirtmeliyim ki Mantis Karidesi‘nin bizimkilere göre çok daha fazla gelişmiş gözleri var. Biz sadece kırmızı – mavi aralığını görüyorken, bu karidesin göz yapısı, kanserin teşhis edilmesi için kullanılmak üzere incelemeye alınmış. Dairesel polarize filtre (CPL) olarak bilinen ışık düzenini algılayabilen tek dünyalı imiş kendisi.

Bu haftaki BHNÖ serisinin kapağını parselleyen psikopat karides, düşmanının en hassas noktasını belirliyor ve sıfır hata payıyla o noktaya vuruyormuş. Dünyanın en güçlü yumrukları bu karidese ait. Evet, iki adet kolu var ve olağanüstü bir güçle yumruk atıp düşmanını etkisiz hale getirebiliyormuş. Bu sinirli küçük kardeşimiz 50 kg gücünde darbe vurabiliyor ve bu rakam, kendi ağırlığının yüzlerce katına denk geliyormuş. Hint Pasifiği bölgesinde yoğun olarak yaşayan karidesin düşmanlarına kollarını savurma hızı 5.56 mm mermi kullanan bir tüfeğinkine neredeyse eşitmiş. Haliyle bu karidesin cam akvaryumlarda muhafaza edilmesi pek mümkün değilmiş çünkü akvaryumun camını tek yumruğuyla indiriyormuş. Elemanın videosuyla kapanışı yapalım. Sevgiler!

Bu yazıyı paylaşmak istersin diye buraya renkli düğmeler koydum
blank
Blog Yazarı
Sezer İltekin
Bu konuyla ilgili bir fikriniz var mı?

13 Yorum
  • Yine başarılı ve şaşırtıcı bir yazı olmuş.Parmak çıtlatma kısmına geldiğimde sırıtarak bir kez daha parmaklarımı çıtlattım. Bu bilgi için teşekkür ederim. Annem de yazıyı okuduğuna göre yaşasın çıtlayan parmaklar!

  • merhaba ;

    paylaşımın ve blog un çok güzel eline sağlık. ilginç olan yazılarını takip edeceğim.

  • Siriraj Tıp Müzesi ne enteresan bir yermiş. Gidip ziyaret etmeyi isterim. Zamanın da İstanbulda sergilenen body worlds gitmiş ve çok etkilenmiştim. Bu güzel bilgiler için teşekkürler. Bizde sayende bu yazı ile bunları öğrenmiş olduk ;)

  • “Atla Gel Şaban” filmindeki kıstas çok güzelmiş, bunu yakalayanı gerçekten tebrik ediyorum :) Yıllarca bu filmi izlememe rağmen farketmemiştim.

  • Yine ilginç bilgiler içeren yazı. Atla gel şaban filminde dediğiniz gibi siz dedikten sonra film ismi ile karakter arası uyumusuzluk olduğunu farkettim. Bu arada parmak çıtlatma zararlı olmamasına sevindim :) Bu arada Tayland’taki ölüm müzesi de ilginçmiş.

  • hepside çok güzel bilgilerdi paylaşımlarının devamını bekleriz sezer kardeşim.
    parmak çıtlatma konusuna koyduğun noktayı beğendim :))))
    “Bir zararı olmadığını kanıtlamak için değer mi bir ömür parmak çıtlatmaya Donald Efendi?”