Bir Markaya Hayranlık Duymak

Bu aralar Türk blog küresinde “Hangi Markaların Bağımlısıyız” konulu yazılar dönüp duruyor. Ramiz Tayfur tarafından başlatılan bu mim bana ilk olarak değerli dostum Çağrı Mustafa Alkan tarafından gönderilmek istendi fakat boş zaman yetersizliğimi bahane ederek Çağrı’nın ortasını göğsümde yumuşatarak taca attım. Daha sonra, olaya, “görev alınmaz, verilir” mantığıyla yaklaşan Caner Öncel affetmeden yapıştırmış mimi. “Marka bağımlılıklarım üzerine” başlıklı yazısına, aslında herhangi bir markanın bağımlısı ya da fanı olmadığından bahsederek giriş yapmış. Kendisinin markalara yaklaşımı ve konu ile ilgili düşüncelerini okumak keyifliydi.

Ben, işini olması gerektiği gibi yapan insanları çok seviyorum ve markaların birer kişiliğe büründüğü günümüzde, işini iyi yapan markaları da seviyor ve maddi imkanlarım el verdiği sürece çeşitli konulardaki tüketim ihtiyacımı bu markalar ile karşılıyorum. Herhangi bir markanın hayranı falan değilim. Zaten, asıl amacı “kâr elde etmek” olan bir organizasyona hayranlık duymanın da pek mantıklı bir davranış olduğunu düşünmüyorum. Ben markadan istediğimi alabiliyorsam, karşılığında emeğimi, zamanımı ve dahi ömrümü harcadığım bir miktar paradan feragat ettiğim içindir. Nasıl, bir otoyolda giderken, üzerinde gittiğim yol verdiğim vergilerle yapıldığı için birine minnet duyma ihtiyacı hissetmiyorsam, güzel bir ürünün üretimini ve satışını yaptığı için bir markaya hayranlık da duymuyorum. Ne demek istediğimi anladınız değil mi?

Hayatı boyunca yapmış olduğu harcamaların %80’inden fazlasının elektronik (teknolojik daha doğru bir tabir olabilir) ürünlere ait olduğu bir insan olarak, elbette ilk önce bir elektronik firmasından başlayacağım. O markadan bugüne kadar 5 farklı ürün satın aldım ve her defasında kaliteli bir marka olduğunu bana bir kez daha kanıtladı. Logitech’ten bahsediyorum. Ne zaman aldığımı hatırlamadığım 2+1 ses sistemi hala bangır bangır çalışıyor. Bir e-ticaret sitesinin yaptığı indirimle yarı fiyatına aldığım 2 adet kablosuz oyun kolunda hala tık yok. Aldığım 2 mouse durmadan çalışmaya devam ediyor. Bir de miktofonlu kulaklık var. İşte tüm bunlar, benim Logitech’e saygı duymamı sağlayan şeyler. Onlara bir miktar para verdim ve karşılığında birkaç eşya satın aldım ve her iki taraf da halinden hala memnun.

Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı. Tamam ama adam gibi iş yapan markaların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyorken, önceki paragraflardan birinde söylediğim gibi, karşılığında zamanımı verdiğim parayı neden çöpe atayım? Mobilyacılar çarşısına gidip, istediğim renk, şekil ve ölçüde bir sürü mobilya sipariş ettim, siparişimle alakasız saçma sapan ürünleri bırakıp kaçtılar. Değiştirin dedim, tamam dediler. Aylarca oyaladılar. Sonunda tüm telefonları ulaşılmaz oldu. Demonte olduğunu bilmeden, (çünkü belirtmemişlerdi) internetten şifonyer sipariş ettim, kargo ücreti olmadığını söyledikleri halde ücret aldılar. Kurmaya çalıştığımda parçalarının eksik olduğunu fark ettim, firmaya bildirdim, buna rağmen ve yüz defa aramam sonucunda tam bir ay sonra parçaları tamamlayabildim. Peki üç kuruş fazla verip nerden alsaydım kafam rahat olurdu? Tabii ki Ikea’dan.

İsveçliymiş falan beni cidden ilgilendirmiyor. Bu adamlardan aldığım hiçbir üründe sorun yaşamadım şu ana kadar. Evet, sattıkları malın tam karşılığını alıyorlar ama verdiğim paranın karşılığını da aslanlar gibi veriyor adamlar. Mağazanın hemen çıkışında kargo birimi var. Eşyanızı şu paraya evinize bırakırız diyorlar. Bakıyorsun, bayağı bir para. Neden? Evine vardığında, aldığın sandalyenin bacağı elinde kalmasın diye. Adam ben kargocu değilim ama çok istiyorsan ancak bu paraya taşırım diyor. Adam malına güveniyor.

Son olarak sevmediğim markaları söyleyeyim. Bütün parçaları yurt dışından ihraç edip, ürünün montajını Türkiye’de yapan ve sonra da yurtdışından gelen telefonlara ek vergi uygulansın diye hükümete yalvaran ve ayrıca bok gibi cep telefonu üreten Türk firmalarını sevmiyorum. Hangisi olduğunu söylemem, siz bulun.

Edirne’den Kars’a, Venüs’ten Mars’a kadar herkese sevgi ve saygılar.
Caner’den aldığım bu kutsal mimi, yazılarımı yorumsuz bırakmayan blogger arkadaşlarım Gökhan Tekin, İzzet Öz, Kerim Potuk, Kadir Durukan ve Mustafa Alnıak‘a havale ediyorum!

Bu yazıyı paylaşmak istersin diye buraya renkli düğmeler koydum
blank
Blog Yazarı
Sezer İltekin
Bu konuyla ilgili bir fikriniz var mı?

31 Yorum
    • Şimdiye kadar ziyaret etmediğin kabahat kardeşim. Kalite konusunda garanti vermiyorum ancak ürünlerinin fonksiyonel olması ve tasarımları konusunda herkese hitap eden ürünleri var. Kesinlikle tavsiye ederim.

  • Sezer hocam öncelikle böyle güzel bir mim’e beni dahil ettiğin için gönülden teşekkür ederim.
    Açık söylemek gerekirse benim içinde marka çok fazla önemli değil ben aldığım, kullanacağım üründen istediğim faydayı alayım gerisi çok önemli değil fakat devamli takip ettiğim ve elimden geliyorsa o markaların ürünlerini kullanmayi tercih ederim ama illaki de o marka olacak diye bir şey söz konusu değil
    Böyle güzel bir mim için tekrar gönülden Teşekkür ederim eb kısa zaman da cevaplamaya çalışacağım.

  • “marka bağımlılığı ortamlardaki havanı ikiye katlıyor” düşüncesi var insanlarda
    +oo saat yapmışız?
    -evet
    +ney bu?
    -apple watch
    +hımm
    -hani şu telefonla kullanılıyorya

    böyle birşey…

  • Ellerine sağlık Sezer abi :) Ikea için ben de aynı görüşteyim. Tamam, evet cidden bütçeyi aşabiliyor bazen. Ben balkonumuz için şirin bir masalı sandalyeli takım alalım istemiştim ama ayırdığımız bütçe ile Ikea’dan sadece masanın yarısını ve bir sandalye alabiliyorduk vazgeçtik ve üzdü :( Şahsen ileride bir ev döşeyecek olursam o masanın tamamını ve diğer sandalyeleri de almadan ölürsem gözüm açık gidebilir. Bu mimi kendime alasım var umarım unutmam :)

  • Her ne kadar marka takıntım olmasada bu konu ile ilğili olarak bende birşeyler karaladım Abi :) Benide mim’e dahil ettiğin için çok teşekkür ederim abi, sevgiler saygılar…

  • Popüler kültürün en büyük kozlarından biriside markalaşma. Öyle veya böyle birçoğumuzun sevdiği hatta fanboyluk derecesine geldiği taraftarlıklar mevcut. Ama sen bunlardan kendini koruyabildiysen ne mutlu sana.

  • Markaya hayran olma muhabbeti gerçekten çok saçma. O konuda sana +100 katılıyorum. Ama hayran olmak demeyelim de duyunca kafamda direk kalite algısını oluşturan ASUS var benim. Başka da yok sanırım.

  • Mim’in çıkışı marka hayranlığı değil, marka bağımlılığı idi. Her ne kadar Logitech firmasına hayranlığınzı reddetsenizde, karşılıklı memnuniyetin bir getirisi olarak bağlılığınız tartışılmaz.

  • Açılışını yaptığım mim’in zorlada olsa sanada uğramasına sevindim. Almış olduğun bu görevi layıkıyla yerine getirdiğini düşünüyorum :). Gerçekten durumumuzu genel olarak güzel özetlemişsin. Hayatımı kolaylaştıran her ürünün varlığından memnunum. Yeter ki enayi yerine koyup pazarlama cambazlığı ile bizleri mağdur etmesinler..

  • Markaya bağımlılık bir hastalık bence ya, bir hava sadece ama insan oğlu havasına düşkün olduğu için diyecek bir şey yok öyle değil mi:)

  • yazı için teşekkür ederim, marka bağımlılığı bazı insanlarımızın sorunu

  • Ben bu mim’i yeni fark ettim. Yaz boyunca iş güç derken okul açıldı kafa rahat ondan mı bilmiyorum ama bu mim’e de bir cevap yazmazsam içim rahat etmez. EyvAllah. :)

  • Ben de “Öğrenci Evinin Marka Değeri” başlığı altında ele aldığım bu konuda size katılıyorum. Adamların dili, dini, ırkı beni çok da ilgilendirmiyor. Sonuçta üreteni değil üretileni alıyoruz ve aldığımız şeyin hakkını vermesini isteriz. Elinize sağlık, eğlenceli bir yazı olmuş. Bu blogu yeni keşfettiğim için ise ayrıca üzgünüm.

  • Sezar’ın hakkı Sezar’a.

    İşini düzgün yapan bir insanın hangi dil, din, ırk ya da meşrepten olduğu önemli değil. Sonuçta tüm markalar insan için. Tüm araçlar da:)

    Aslında, biz markaya değil, markanın arkasındaki emeğe, disipline, özveriye ve dolayısıyla insani değerlere, yani insana hayran oluyoruz.

    Tanrı’nın hakkı da Tanrı’ya değil mi:)