Analar ve meşin beyinler

Mavi gezegenimizde futbol sporuna gösterilen ilginin yarısı Uzay Bilimlerine falan gösterilseydi şu anda size başka bir gezegenden yazıyor olabilirdim. Yaşadığım gezegenden memnunum, yanlış anlamayın. Tek derdim, insanoğlunun futbola, hayatı boyunca karşılaştığı tüm aktivitelerden daha fazla bağlı olması. Takıldığım konu insanların futbolu anasından babasından çok sevmesi ve hatta karısına göstermediği ilgi alâkayı o meşin yuvarlağa göstermesidir. Fakir insanların sosyal aktivite yelpazesi kahveye gitmekle doludur. Zenginler kahveye gitmez. Bu bağlamda, görünmez sınıf ayrımını geçici olarak da olsa ortadan kaldıran şey yine futboldur. Zengin takımı, diğerlerinden farksız olmayı belki de sadece Futbol için göze alır. Arda’nın kaç milyon avro ettiğini hemen herkes bilir. Aynı insanlar Türkiye’nin dış borcunun ne kadar olduğunu bilmezler. Ben her ikisini de bilmiyorum o ayrı. Bazen, akşamında önemli bir futbol maçı olan bir günde, arkadaşlarımın ne kadar heyecanlı ve sabırsız olduğunu görüp onlara imrenirim. Akşam olup da maç saati geldiğinde, forması olanlar formalarını giyerler, çekirdekler alınır ve onlar için hayat durur. Ben onlara sadece uzaktan bakarım. Her gol pozisyonunda kabaran bir deniz gibi topluca ama ahenkle ayağa kalkarlar. Maçın sakin geçen kısımlarında yine ayağa kalkıp takımlarına tezahüratlar yağdırırlar. Televizyon karşısında, futbolcuların kendilerini duymadığını bile bile, boğazları yırtılırcasına bağırırlar. İşte belki de imrendiğim budur. Onların her biri, arenadaki gladyatör kadar cesurdur. Bu savaşçı ruhun çığlıklarını gol yiyen kalecinin anasına küfredildiği ana kadar duyarım. O andan sonra duyduğum fiillerin kökü, koymaktan ibarettir.

Futbolun geldiği son nokta futbolcunun anasıdır. Tatmin olmayan taraftar, kısa bir süre önce “oğlum, koçum, aslanım” dediği sporcuyu kendine bir anda düşman edinir ve biraz önce aynı adama yüklediği sahiplenme sıfatları yerini cinsel içerikli tehditlere, futbolcu analarının yaptığı gayrimeşru bir işin iddia edilmesine bırakır. Yazdıklarıma dönüp baktığınızda, “ne ulan şimdi bu, futbolu yeriyor musun övüyor musun belli değil” diyeceksiniz biliyorum. Ama amacım düşündüğünüzden farklı. Benim yapmak istediğim şey birşeyleri ya da birilerini yermek değil, onları anlayabilmek.

Ben futbol maçını değil, maçı izleyenleri izlerim. Onlar bazen bir teknik direktöre taktik verecek kadar profesyonelleşirler, hem de televizyon ekranının ardından… Bazen de bir futbolcunun yapması gereken hareketi, ilahi bir emirmişçesine haykırırlar ekran başından. Onlara göre atılan bir şut, verilmesi gereken bir pastır. Atılan bir çalım, vurulması gereken bir şuttur. Serbest vuruşu kullanan adamı en iyi onlar seçerler ve kendi küçük dünyalarında, kendilerine birkaç ömür verilse bir araya getiremeyecekleri değerdeki futbolculardan bir rüya takımı oluştururlar. Onlara kızmıyorum. Onların küçük dünyaları, benim dünyamdan daha büyüktür belki de..

Tüm bunları yapanların içinde öyleleri vardır ki, kutuplaşmanın hâd safhaya geldiği futbol muhabbetlerinde, kardeşi gibi gördüğü bir insanı bir kaşık suda boğmak isterler. Takımları yenildiğinde insan içine çıkamazlar ve yenilgiden bahsedenleri çoğu zaman dövmekle tehdit ederler. Daha vahşileri stadyumlara gidip adam döverler. Çoğu zaman da dayak yerler. Yedikleri dayaktan, aldıkları yenilgiden utandıkları kadar utanmazlar ama. İki büyük takımın taraftarı bir araya geldiğinde, birisi, sanki her yıl alıyorlarmış gibi “biz avrupa kupası aldık” der, diğer taraf takımı sanki saçma hatalarla küçük takımlara yenilmeyi alışkanlık haline getirmemiş gibi ezeli rakibini kendi sahasında sürekli yenmekle övünür. Ve onların birçoğu, ibne olduğunu iddia ettikleri hakemlerin yönettiği maçlarla kazandıkları o meşhur şampiyonluklarıyla övünürken, ne ceplerine girmeyen beş kuruşu düşünürler, ne de ağızlarından çıkan analı avratlı küfürleri…

Bu yazıyı paylaşmak istersin diye buraya renkli düğmeler koydum
blank
Blog Yazarı
Sezer İltekin
Bu konuyla ilgili bir fikriniz var mı?

6 Yorum
  • Çok doğru tespitLer çawuş.Sen futbolla pek ilgilenmezsin ama izleyenlerle ilgileniyosun galiba.Güzel bi yazı olmuş.

  • sende blog yazmak yerine daha faydalı bişeylere zaman ayırsaydın adam olurdun heralde. salak adam

  • @kelimelerbenim
    Tamamen katılıyorum :)

    @Adsız
    Türkçemizi doğru düzgün kullanalım.
    Siz sende yazmışsınız, halbuki sen de olacak. Birazcık olsun öğrenin şu türkçeyi ya :)

  • Blog yazmak ya da herhangi bir şeye emek harcamak salakça değildir. Ama kendini yermeden başkasını yermek, hatta ileri gidip aşağılamak, yaptıklarına çamur atmak salaklığın, süzmeliğin önde gidenidir. Tipik işsiz, amele, ve uyuz davranışıdır. Not: Evet hakaret ediyorum. Hem de salakça…

  • Merhaba. Bu Yorumumu okuduktan sonra silebilirsin. Bloğumu taşıdım, Blog Doğuhanca’dan devam etmeyeceğim artık. Link değişimi bilgilerini değiştirirsen sevinirim. Resim kalsın, sadece Title ve Link’i değiştirmen lazım.

    Yeni Title: Sir.Monk3y
    Yeni Link: sirmonk3y.com

    Teşekkürler.